edebiyat-arya
Edebiyat, Mitoloji ve Sinemaya Dair...
22 Eylül 2017 Cuma
8 Haziran 2017 Perşembe
Cennetin Rengi / Rang-e khoda
Gözün her şeyi görmeye yettiğini söyleyebilir miyiz?
Cevap "evet" ise bu nedenle midir hayata nasıl ve nereden baktığımızın bir önemi olmaması?
Hayır! Göz her şeyi göremez. Yaşamak istiyorsak ellerimizi cebimizden çıkarıp şu buluta, göğe ve de hayata dokunmak gerekir. Umuda ve sevgiye... Yoksa hep güdük kalır bir yanımız. Muhammed'in elleri göz, kalbi de kirpik tüm film boyunca. Milyarlarca göz onu, yani; tanrıyı göremezken o bunu minik elleriyle başarıyor.
CİVAN ARYA
SİNEMA VE HAYAT
HAZİRAN-2017
7 Haziran 2017 Çarşamba
Nesîmî- Merhaba
MERHABA
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ
Ey şeker-leb yâr-ı şirîn lâ-mekânım merhabâ
Çün lebin câm-ı Cem oldu nefha-i Rühu'l-Kudüs
Ey cemilim ey cemâlim bahr u kânım merhabâ
Gönlüme hîç senden özge nesne lâyık görmedim
Sûretim aklım ukûlüm cism ü cânım merhabâ
Ey melek sûretli dil-ber cân fedâdır yoluna
Çün dedin lahmike lahmi kana kanım merhabâ
Geldi yârım nâs ile sordu Nesîmî neçesin
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ
NESÎMÎ
30 Mayıs 2017 Salı
28 Mayıs 2017 Pazar
Bir Gölgenin Ağacı

Bir ağaç...
Bizim Deli Kemal'in ağacı.
Bizim Deli Kemal'in ağacı.
ki gölgesi yüreğimde
Bayrağı olmuş yapraklar
arsız
rüzgârın…
Kaç insanı eskittiğini bilmeden.
Eyninde kaç soluk aldı zaman,
bilmeden…
Güneşe açmış kollarını...
Şu bulutu da geçtiğinde değecek elleri
Tanrı'ya.
az kaldı...
Çoktandır yağmur okşamamıştı tenini.
Önce bunu hatırladı.
Gölgesine hapsolmuş bedenine baktı.
Baktı ve sustu...
Şiirini yalnızlık ve gece emzirmişti.
Bunu da hatırladı.
Nâzım'ı da unutmamıştı.
Saldı köklerini yaşama daha bir inatla...
az kaldı...
Çoktandır yağmur okşamamıştı tenini.
Önce bunu hatırladı.
Gölgesine hapsolmuş bedenine baktı.
Baktı ve sustu...
Şiirini yalnızlık ve gece emzirmişti.
Bunu da hatırladı.
Nâzım'ı da unutmamıştı.
Saldı köklerini yaşama daha bir inatla...
Ne çok şey biriktirmişti bunca yıldır
dilinden anlayabilene..
O,
Geniş zaman yalnızlığı ve şimdiki
zamanının suskunluğu…
Ve ancak bir nokta bitirebilir şiirini hiç başlamadan.
Ve ancak bir nokta bitirebilir şiirini hiç başlamadan.
CİVAN ARYA
MAYIS-2017
ANTALYA
26 Mayıs 2017 Cuma
Rahatı Kaçan Ağaç
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.
Melih Cevdet Anday
25 Mayıs 2017 Perşembe
Gri Bir Kedi, Gece ve Yalnızlık

Başını
öne eğmiş, kaldırımdaki çizgilere basmadan yürüyebilmek için çok çaba
sarf ediyordu. Hatta az önce bunlardan birine basmak üzereydi ki göğün gürültüsüyle kendine geldi ve bu yanlıştan kurtulabildi. Gürültü, sadece bununla da
yetinmeyip ağzındaki ıslığın yerine gündelik yaşamın endişe taşıyan
kelimelerini de sıkıştırdı. Eğer bunu söylemeye mecali olsaydı o gün ne denli yorgun
olduğunu da duyabilirdik kendisinden. Yürümeye devam etti. İkinci gürleme daha da
şiddetliydi. Bunun üzerine başını kaldırıp göğe baktı. Kara kara bulutları
çoktan ardında bırakmış bir yağmur damlası, tam da burnunun ucuna kondu. Biraz
sonra yüzünde oluşacak olan gülümseyişin sebebi de buydu.
Bin beş yüz iki kaldırım taşını ardında bıraktıktan sonra
evine varabilmişti nihayet. Bu arada hava biraz soğumuş ve fırtına başlamıştı. Nicedir havasız kalan odaya girince perdeyi çekti, pencereyi açtı ve dibindeki koltuğa bıraktı kendisini. Sanki günün yorgunluğu yetmiyormuş gibi her gün bu
yolu yürüyordu bir de. Dinlendi biraz, bir şeyler atıştırdı sonra. Masanın üzerindeki
faturalara ayın ilk gününe gebe takvim de eklenince sıkıldı canı. Elektrikler de kesileli bir hafta olmuştu.Yatağına girip üzerine battaniyeyi çekti. Pencereden dalgaları izledi bir müddet. (Şu martılar ne
inatçı şey arkadaş. Bari bu havada kesin uçmayı. Gerçi martı onlar. Başka ne bekleyebilirim ki?..) Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra komidinin
üzerinde (yaklaşık bir ay olmuştur) kendisini yirmi ikinci sayfada bekleyen
hikâyeyi okumaya koyuldu. Bir iki sayfadan sonra sıkılıp bıraktı. Birkaç yudum daha aldı kahvesinden. Biraz soğumuştu ama... Buğulanmış camı koluyla sildi. Uzun uzun dışarıdaki yağmuru izledi. Konuşmak istediyse de
kendisinden başka kimse yoktu burada. Vakit akşam olmuş ve cama bulaşmış mavi beyaz lekenin yanına ahengini akşamdan alan yansıması da eklenmişti.Onu fark etti birden. Şimdi iki kişi olmuşlardı. İlkin garipsedi. Birkaç bakış attı. Şimdi hiç kıpırdamıyor ve öylece bakıp duruyorlardı birbirlerine.
Kendine geldiğinde dışarı bakmayı da bıraktı. Rehbere sarıldı hemen. Arayabileceği birkaç kişi vardı. Müsait miydiler
acaba? Olsun, denemeye değerdi. Birkaçını aradıktan sonra değmediğini anlayacaktı. Kimisi
hastaydı, kimisi iş nedeniyle şehir dışındaydı kimisi de aramaya cevap bile vermedi. Ahizeyi hüzünlü bir tonda bıraktı yerine. Gitmiş miydi acaba? Dönüp baktı. Hayır,
yine aynı yerindeydi ve bakmaya devam ediyordu. Bir an
çıldıracağından korktu.
Kalemi alıp bir şeyler karalamak geçti içinden. Öyle de yaptı.
Nicedir yarım kalan şiirlerine göz attı. İlham denen şey, genellikle yağmurlu
havalarda buluyordu kendisini. Ne yapıp ettiyse de tek bir harf bile yazdıramadı kalemine bu defa. Dikkati dağılmıştı bir kere. Sönmekte olan mumu yenisiyle değiştirdi. Duvardaki
Haydarpaşa Garı tablosuna, oradaki balıkçı teknelerine, iskeleye baktı uzun
uzun. Dışarıdakiler yetmiyormuş gibi tablonun içinde de yerini çoktan almıştı
martı efendiler. Bir ara şöyle bir gidip geldiler. Odanın ortasında sesleri
yankılanıp durdu. Ah… Bir rahat bırakmadılar gitti. Mumun ışığı, tablonun
hepsini aydınlatmaya yetmese de sorun değildi. Göremediği yerlerini de
kendisi tamamlıyordu. O kadar dalmıştı ki… Hatta bir ara İstanbul’a bile gidip
geldi. Döndüğünde onu gitmiş bulacaktı.
Bu seyahat iyice yordu onu. Başını tablodan kaldırıp duvardaki saate baktı. Gözleri yelkovanı seçse de
akrebi tam olarak göremediğinden kestiremedi saati. Sanki camdaki buğu, zamana
da işlemişti. Birden radyoyu açmak geldi aklına. Yerini ayarladı, anteni
duvardaki çatlakla aynı hizaya getirdi. O
bunlarla uğraşırken kahve fincanı da çoktan yere düşmüştü. Neyse ki yer halıydı ve kırılmamıştı. Halı batmıştı ama şimdi kim uğraşacaktı ki bununla? Yalnızdı
ve hiçbir mesele bunun kadar mühim olmazdı. Radyonun düğmesine bastı nicedir özlem duyduğu bir ezgiyi duymak umuduyla.
Tüm bedeni kulağa kesmişti şimdi. Hoparlörden çıkan şey odadakinden daha derin
bir sessizlik oldu. Birkaç kez daha denedi. Yine aynı şey oldu. Gözünü muma diktiği
vakit az önce yapmaya çalıştığı şeyin elektriğin olduğu günlerden kalma bir
alışkanlık olduğunu fark etti. Sesi güzel olmasa da bir kez daha bastı düğmeye ve mırıldanmaya başladı. Hatta o kadar kaptırmıştı ki kendisini
bir ara dışarıdaki yağmurun ritmine göre sesi de alçalıp yükseliyordu
Gözkapakları
gecenin yükünü taşıyamayacak kadar ağırlaşmıştı. Birkaç esnemeden sonra eski aşklarını
düşünmeye başladı. Yenileri olacak mıydı? Çok gizemli bir soruydu. Cevabını tanrı bile bilmiyordu. Hayatının
aşkını bulabilmek için bir dakika bile evden çıkmıyordu. Çünkü günün birinde
kapısını çalacak ona şöyle diyecekti: “Biliyorum, yıllardır beni bekleyip
durdun. Sana çok haksızlık yaptım. Affet beni. Benim de işlerim vardı. Yoluna
koymam gereken bir hayatım vardı. Ancak gelebildim.” O da yüzünde geniş bir
gülümse ile baktıktan sonra içeriye alacaktı onu. Eğer o gün elektrik varsa
hemen radyodan klasik müziklerin hiç eksik olmadığı frekansı açıp dansa
duracaklardı. Şayet elektrik yoksa (ki olmayacağını onun kadar siz de
biliyorsunuz) mum ışığında kendi şiirlerini okuyacaktı. Derin bir iç geçirdi.
Birden bu hayallerden sıyrılıp pencereye bakmak istedi. Gitmiş miydi acaba?
Bakacaktı ama ya göz göze gelirlerse? Belki de gitmiştir.
Derin bir nefes alıp yarım bıraktığı düşlerine devam etmek istedi. Kendini
zorlasa da olmuyordu işte. Üstelik bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de üst
kattaki komşularının Homo Saphiens türünün devamı için gösterdikleri anlamlı ve
bir o kadar da sesli çaba iyice dağıttı dikkatini.
Elini
cebine atıp bir dal sigara çekecekti ki hüzünle sigara kullanmadığının farkına
vardı. Küfredecekti ama genelde kendisine küfredildiğinden bu işin raconunu da
bilmiyordu. “Hay aksi” demekle yetindi şimdilik. Son mumu da çay tabağına iyice
sabitledi. Bitmek üzere olan alevi, ritüellerine uygun bir şekilde yeni muma
aktardı. Karanlık ile arasındaki son eylemdi bu. Bir şeyler düşünmek istedi ama
ne düşünebilirdi ki? Kendisinden önce herkes, her şeyi düşünmüştü. Hatta onun
yerine mücadele de etmişlerdi. Ölenler bile olmuştu. Mumun bittiğini
görmektense erkenden uyumayı yeğledi. Son derece akrobatik hareketlerle
battaniyeyi tüm vücudunu saracak şekilde ayarladı. Başını da içine çekti.
Camdaki o şey gitmiş miydi acaba? İyi de şimdiye kadar bu odada yaşayan birisi
olarak belki de bu pencereden binlerce kez bakmıştı denize. Neden daha önceleri
değil de şimdi farkına varmıştı bunun? Tutulacak bir yanını bulamadı bu
sorunun. Neden bugün?
Ayşe,
Hayriye,
Nuriye,
Fikriye derken son demlerini
yaşayan mum, alevini de yitirdi.
Gün,
sabaha durduğu vakit gözlerini araladı. Saate baktı bir müddet. Kendisine
gelince yeniden baktı. Zaman, başını alıp çoktan gitmişti bu evden. Yatağından
fırladığı gibi elbiselerini giydi. Çorabının tekini bulamıyordu bir türlü.
Yolda yeni bir çift alması gerekecekti. Kravatını da takside bağlayacaktı.
Telaşla evden çıktığında ardında üç günlük maması önünde gri bir kedi, kendisini bekleyen soğuk bir gece ve kimliğine sadık bir boşluk bırakmıştı. Bunların yanında olabildiğine dağınık bir salon, susuzluktan güzel olmaya mecâli kalmamış bir krizantem ve duvarlarında denizi taşıyan bir yatak odası bırakmıştı. Hava da yağmurluydu dünkü gibi…
CİVAN ARYA
MAYIS-2017
ANTALYA
5 Mayıs 2017 Cuma
2 Nisan 2017 Pazar
Modernizm: Makine İnsan, Nesne Hayvan, Laboratuvar Çevre
Modernizmin bilim anlayışında, Bacon’dan gelen faydacılık felsefesinin önemli bir yeri vardır. Buna göre bilimin işlevi insanın yoksulluğunu, çaresizliğini azaltmak ve onu yüceltmek olarak tanımlanmaktadır. Bilginin ve bilimin değeri, insanlara ne ölçüde faydalı olduğuna bakarak ölçülmektedir. Çünkü insan ve doğa arasındaki karşıtlık ya da doğanın insanın istek ve gereksinimlerine uygun olarak dönüştürülüp, kontrol altına alınması nesnel ve tarafsız bir bilim anlayışıyla mümkün olacaktır. Ama bu bilgi insan için taraflı olacak, insan evreni kendi yararı doğrultusunda denetlemesinin aracı olma işlevini görecektir.(Şaylan 1999: 2008) Bilime hâkim olan bu anlayış insan yararına olduğu sürece doğaya her türlü müdahaleyi meşru görmüş ve böylece insan ve doğa arasındaki ayrım iyice belirginleşmiştir. Bir dönem doğaya tâbi bir yaşam süren insan için doğa artık yalnızca ona faydalı olduğunca değer kazanmıştır.
Modern insan artık el emeğinden, zahmetten ve toprakla temas etmekten uzaklaşmış, doğanın sadece güzellikleriyle ve estetik hazzıyla değil, zorlukları ve tehlikeleriyle olan doğrudan bağını yitirmiştir (İllich 1978: 12). Descartes’ın zihin ve beden arasında yaptığı katı ayrım insanın mekanik bir varlık olarak algılanmasına sebep olmuştur (Capra 1982: 40). Modernizmin bilim anlayışı içinde insan vücudu çizgileri oylumları, yüzeyleri ve yolları tanıdık olan bir coğrafyaya göre anatomi atlasında tanımlanmış bir alandır (Foucault 1973: 19). Sistem ve iktidar (hastane, hapishane, okul) gibi kurumlarıyla insanı denetim altında almış ve tek tipler halinde biçimlemiştir. Makineleşmiş insan için artık doğa yalnızca küçük bahçelere hapsedilmiş çiçekler ya da hayvanat bahçesine hapsedilmiş hayvanlar anlamına gelmektedir. Ayrıca çiçek satan lüks mağazalar, hayvanları bir meta gibi satılığa çıkaran pet shoplar tüketmeye odaklanmış modern insanın doğayı yalnızca öteki değil bir tüketim malzemesi olarak gördüğünü kanıtlamaktadır. Oysa hayvan ve doğa da insan kadar yaşamın öznesidir ancak insan bu konudaki farkındalığını çoktan kaybetmiş bulunmaktadır.
Tevrat’tan bu yana uygarlık sürecinin ana ilkesi kabul edilen “dünyaya egemen olun ve çoğalın” ilkesi özellikle teknolojik gelişmelerin artmasıyla bir doğa tahribatına, hayvanların nesneleştirilmesine dönüşmüştür (Habermas 2003: 95). Ancak Regan’a göre Tevrat’ın bu söylemi yanlış anlaşılmıştır. O “Kafesler Boşalsın: Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek” adlı kitabında bu konudan şöyle bahseder: Tanrı diğer hayvanları da Âdem ve Havva’yı yarattığı gün yaratır. Bu durum aslında bu iki türün akrabalığını asırlar öncesinden haber veren bir durumdur. Tanrı hayvanları bizim kullanımımız için – bizim eğlencemiz, bilimsel merakımız, spor aracımız, hatta yiyeceğimiz olsun- diye yaratmadı. Tanrının bize et olarak yiyin diye belirttiği konu Tevrat’ta şöyle ifade edilir; “ Ve Tanrı dedi, ‘bakın size yer yüzüne tane taşıyan her bitkiyi ve her birinde yeni ağaç verecek tohumu barındıran her ağacı veriyorum bunlar size et olsun.” (Regan 2007: 107) Ancak modernizmin homosentrik yaklaşımı için bu pek bir şey ifade etmez çünkü ampirik bilim anlayışı için hayvan bir deney malzemesi çevre de laboratuar alanıdır ve insan yararına olduğu sürece hayvana ve doğaya her türlü müdahale mübahtır. Modern insan türcüdür, türcülüğün anlamı bir başka türün mensubu oldukları için başkalarına zarar vermektir. (Ryder 1970: 34)
Modern toplum ayrıca dünyayı bir çöplüğe çevirmekte ve kaynaklarını sömürmektedir. Pazar, üretici, yönetici, inşaatçı ve fatih olarak rollerini yerine getirebilmek için dünyanın uygar merkezleri muazzam miktarda çöp üretmekte ve kaynakları tüketmektedir. Şehirlerdeki insanlar şehrin susuzluğunu gidermek için nehirlere kanallar açar ya da yönünü değiştirir: ev yapmak üzere temel kazarken büyük toprak parçalarını yerinden eder ve alet ve makineleri yapmak için metalleri çıkartır. Binalar, köprüler, duvarlar ve gemiler yapmak için dev ormanları yok eder. Yemek pişirmek, ısınmak, maden cevherini eritmek için hep daha fazla yakıta ihtiyaç duyar. Bu faaliyet yalnızca birkaç kuşak sonra ormanları yok edecektir (Weatherford 1994: 223). Ayrıca yalnızca Fast food sanayisinin çevreye verdiği zarar hala insani bir yön taşıyorsanız, ürkütücü boyutlardadır. Bu sanayi, bir kısmı geri kazanılmayacak dev miktarda çöp üretir. Fast food yemeklerinden geriye kalan çer çöp yığınları kırsal bölgelerde kötü görüntüler oluşturmaktadır. Yalnızca McDonald’s restoranlarının her yıl gereksindiği kâğıdı sağlamak için binlerce olmasa bile yüzlerce kilometre kare ormanın kesilmesi gerekiyor. Kısaca Fast food sanayisi de ormanları yutuyor (Ritzer 1998: 192). Modern insanın türcü, homosentrik yaklaşımı tüketim kültürüyle birleştiğinde daha da yıkıcı olmaktadır. İnsan adeta doğaya savaş açmış onu hem tüketmekte hem de kirletmektedir. Avcı toplayıcı toplumların doğa anası artık huzursuzluk evine terk edilmiştir.
Scheurmann’ın ünlü kitabı “Göğü Delen Adam” da bir Somoa yerlisi olan Tuiavii’nin modern insana bakışı anlatılmaktadır. Tuiavii’ye göre modern insanın vazgeçemediği şeyleri vardır. Bu şeyler yüzük, yemek kabı, sineklik gibi kendi elleriyle yaptıkları şeylerdir. Beyaz efendinin Büyük Ruhun yaptığı şeyleri “şey” olarak kabul etmesi mümkün değildir (1997: 44). Somoalılar modern insana papalagi demektedirler. Bunun anlamı ise “göğü delen adam”dır. Göğü delen adam insanın ulaştığı üstün teknolojik ilerlemeye gönderme yapmaktadır. Papalagi vazgeçemediği şeylerini bu teknolojiyle üretmektedir. Ve ona bağımlı bir hale gelmiştir. Tuiavii Büyük Ruh’la doğayı kastetmektedir, ancak insan artık doğanın verdiği şeylerle yetinemez çünkü O artık ona yabancı bir varlıktır.
İnsanın doğayı kendi istek ve gereksinimlerine uygun olarak dönüştürmesi bilim ve bilimin yaşama uygulanması demek olan teknoloji ile gerçekleşmiştir (Şaylan 1999: 199). Bilimin ilerleme fikri doğayı kirleten gürültü yaratan aygıtlı bir teknolojiye dayandırılmıştır (Ross 1991: 66). Evet modern insanın teknolojisi göğü delerek içinden gelen uçaklar yapmayı başarmıştır. Ancak bunu yaparken çevreyi ne kadar ötekileştirdiğinin farkına bile varmamıştır. Örneğin: otomobil kaynaklı atıklar içinde toplumun en fazla üzerinde durduğu şey otomobilin benzinle çalışan içten yanmalı motorundan çıkan atıklardır. Otomobilin arazinin asfalt yollara yaptığı taksim üzerinde pek durulmaz. Asfalt yollar, hem bileşimindeki asfaltın petrol içermesi bakımından kaynak tüketici özelliklere sahiptir hem de toprak tabanının yağmur sularını emme kapasitesinde düşüşe yol açarlar ki bu da sel olayına neden olur. Ayrıca otomobil sayısının artmasıyla yola duyulan ihtiyaç, ormanlık alanların yok edilmesine sebep olmaktadır (Freund-Martin 1993: 49). Mekanik bir yaşama bağımlı olan insan ekosentrizmden egosentrizme doğru bir çizgide ilerlemiştir, O yalnızca doğaya değil kendine de yabancı bir varlık haline gelmiştir.
İllich’e göre arabanın kente verdiği kirlilik, gürültü ve çirkinlik; çarpışma ve pisletme sonucu oluşan zarar; yakılan odun, tüketilen oksijen ve saçılan zehrin çevreyi bozucu etkisi içinde kaybolan modern insan bu dünyaya hapsolmuş yani homo sapiens ömür boyu koğuş sakinine dönüşmüştür (İllich 1981:86). Bunun sonucunda modern dünyanın insanı doğayla arasına koyduğu mesafe ile yalnızca doğayı değil kendisine de öteki olmuştur ve modern sistemin iktidar tahakkümü içerisinde normalleştirdiği, aykırı ve sapkın yönlerinin düzeltildiği bir varlık haline gelmiştir.
Kültür yapıcı bir yetkinliğe sahip olan insan bulunduğu her yere adapte olabilmekte ve bu yeri değiştirip dönüştürebilmektedir. İnsan bu yönüyle günümüz toplumu içinde yayılan, bulunduğu yerin çevresini olabildiğince tüketen bir varlık haline gelmiştir. Ancak dünyanın çevresinin ne kirletilecek havası ne de sömürülecek toprağı kalmıştır. Modernizmin oburluk çağında (Silier 2010) insan doğadan tamamen kopsa da günümüzde modern yaşam içerisinde çevre şartlarına uygun yavaş şehir (slow city) ya da yeni şehir (neo- urbanizm)adı altında yeni yerleşim alanları oluşturmak için çabalayanlar da vardır. Ancak bu şehirler, çevre konusunda geri dönüşü olmayan bir yola giren insanoğluna ne kadar çözüm getirecek bilinmez.
Bütün bu saydıklarımızı yapan insan oysaki önceden doğa anaya bağlı onun verdikleriyle yetinmesini bilen bir varlıktı. Tüm dinlerin öğretileri israf etmeyin diye buyururken uygar insan olabildiğince tüketmeyi ve yok etmeyi yeğledi. Çünkü insan artık kendisine de yabancı bir varlık ve de bir makineydi.
KAYNAKLAR
Best, S. Kellner, D. (1991), Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar, (Çev. Mehmet Küçük), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Capra, F. (1982), Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, ( Çev. Mustafa Armağan), İstanbul: İnsan Yayınları.
Foucault, P. M. (1973), Kliniğin Doğuşu, (Çev. Temel Keşoğlu), İstanbul: Doruk.
Freund, P. Martin, G. (1993), Otomobilin Ekolojisi, (Çev. Gürol Koca), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Habermas, J. (2008), “Mitle Aydınlanmanın Kördüğümü: Max Horkheimer ve Theodor Adorno” , Gotiko sayı, 36, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
İllich, İ. (1981), Sağlığın Gaspı, (Çev. Süha Sertabiboğlu), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
İllich, İ. (1978), İşsizlik Hakkı, (Çev. Deniz Keskin), İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi.
Neale, J. (2009), Küresel Isınmayı Durduralım, Dünyayı Değiştirelim, (Çev. Doğan Tarkan), İstanbul: Yordam Kitap Evi.
Regan, T. (2007), Kafesler Boşalsın, Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek, İstanbul: İletişim Yayınları.
Richard, R. , “Türcülük” , Birikim, sayı: 195.
Ritzer, G. ( 1998), Toplumun McDonaldlaştırılması, (Çev. Şen Süer Kaya), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Roos, A. (1989), Tuğaf Hava, (Çev. Kamil Durand), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Scheurmann, E. (1977), Göğü Delen Adam, (Çev. Levent Tayla), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Silier Y. (2010), Oburluk Çağı: Felsefe ve Politik Psikoloji Denemeleri, İstanbul: Yordam Kitap Evi.
Şaylan, G. (1999), Postmodernizm, Ankara: İmge Kitap Evi.
Weatherford J. (1994), Vahşiler, Barbarlar Ve Uygarlık, İstanbul: Versus.
15 Şubat 2017 Çarşamba
Mr. Nobody
Gılgamış destanından bu yana arayıp durduğumuz 'ölümsüzlük arayışı' bir nihayete kavuşmuştur. Ölümsüzlük çoktan bulunmuş hatta sıradan bir durum olduğundan gündelik bilincin dışına itilmiştir. Biz de Némo Nobody ile işte böylesi bir dünyaya açarız gözlerimizi. Dev sanal ekranlar, modern kelimesini dahi çoktan eskitmiş mimari yapılar, reklamlar kısacası her şey iç içedir burada. Film de bu sahne ile başlıyor zaten. Uçan kameraların etrafında dönüp durduğu bu tuhaf yaratık Némo'dur yani; ölecek olan son insan. Şovmen, tıpkı mamut ya da dinozor bulmuş bir arkeoloğun sevinci ve heyecanı içinde programı sunmaya devam eder. Şölen havasında devam eden program, yüksek reyting yakalamıştır 7/24 canlı yayın aracılığı ile ölümlü insanı gösterdiği için. O güne değin her şeyi tüketmiş olan insanlık için yeni bir durumdur bu vaka. Herkes, Némo'nun ölmesini bekler. Acımasız bir sahnedir bu. Hatta bir burukluk hissedersiniz yüreğinizde. Robot enkazına dönüşmüş insanlar, ölümü unuttukları gibi insanî değerleri de yitireli çok olmuştur. Némo'nun gözünden kendisine hatta insanlığa yabancılaşmış bir toplum görürüz. Her şey bir robot otomatizmden ibarettir ve duygular çoktan körelmiştir. Anlarız ki film her ne kadar 2092 yılını anlatsa da çerçevesini günümüzden almıştır. Bu nedenle şimdimize yönelik de açık bir eleştiridir. Biraz daha ileri gidecek olursak sanatsal bir distopyadır günümüze ve yarınımıza dair...
Film biraz daha ilerler. Kahramanımızın gazetecilerden birisiyle -Némo, sırf onu başından savmak için kabul etmek zorunda kalır- röportaj yaptığını görürüz. Bizler de bu vesile (flashback) onun geçmişi hakkında bilgi sahibi oluruz. Gazetecinin en ilginç sorularından biri de "aşk, nedir?" Sonra bu soruları"çocukken neler yapardınız?", "çocukluğunuzda dünya nasıldı?" gibi sorular takip ediyor. İnsanların bir zamanlar ki varlıklarına gölge dahi olamadığını anlarız.
Sonra kahramanımız, bizim de başımıza geldiğinde epey zorlanacağımız konular hakkında seçim yapmak zorunda kalır. Yaptığı her seçim bir vazgeçiştir de aslında. Aynı anda devam eden başka zamanlar ve evrenlerde yaptığı ya da yapmadığı seçimlerin nasıl sonuçlar doğurduğuna kahramanın paralel yaşamıyla tanık oluruz.
Mr. Nobody; post-modern bir filmdir. Bu nedenle karşısında tembel, (klasik filmlerden ötürü) hazıra alışmış obez izleyici kitlesi yerine son derece aktif, her saniyesinden anlam çıkarmasını bilen dikkatli bir film okuyucusu istiyor. Filmdeki zaman kırılmaları, iç içe geçmiş mekân ve kurgunun alışılagelmiş boyutun çok ötesinde olması, yine filmde her ihtimalin ele alınıp işleniyor olması (çoğulcuk ilkesi) aynı özelliğin bir parçası.
Özetle; herkesin izlemesi gereken bir film. Başarılı kurgu ve oyunculuğunun yanında müzikleri de son derece güzel. En kısa zamanda izlemenizi tavsiye ederek iyi seyirler diliyorum.
CİVAN ARYA
SİNEMA ÜZERİNE NOTLAR
ŞUBAT 2017
ANTALYA
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
