26 Kasım 2016 Cumartesi

SÖZÜN ÖN SÖZÜ

       

Sözlü kültür, eşyalara isim verdiğimiz ilk andan başlar (ki bu tarih, aynı zamanda edebiyatın da başlangıcıdır) ve yazının icadına kadar olan zamanı kapsar. Bu süreçte sözel anlatımın fonksiyonu, dil mekanizması üzerinden toplumsal birliktelik yaratarak geçmişe ait bilgi ve tecrübeleri, kültür ile birlikte geleceğe taşımaktır. Peki, yazının icadından hemen sonra sözlü kültür, ortadan kalkmış mıdır? Elbette cevabımız hayır olacaktır. Günümüzde halen dünyanın çeşitli yerlerinde sözlü kültürün yaşadığını ve uluslararası kuruluşlarca yaşatılmaya çalışıldığını biliyoruz. Örnek verecek olursak; bugün Anadolu’da pek çok dengbêjin ya da aşığın etkinliklerine tanık olmaktayız.

Sözlü kültürün önemli özelliklerinden biri de kendini güncel tutmasıdır. Her anlatıcı, anlatmış olduğu veya duyduğu anlatıya kendinden bir şeyler katmaktadır. Bu durum da eserin orijinal, özgün olma standartlarını ve bilginin güvenilirliğini zedelemekteydi ve bunun önüne geçilmesi gerekiyordu. Yine ilk insanların yaşam tecrübelerinden yoksun olduklarını, bu nedenle de doğanın zorlu yaşamına ayak uydurmakta güçlük çektiklerini biliyoruz. Bir önceki nesil, ellerindeki bilgiyi korumak ardından da gelecek olan nesil ile bu birikimi paylaşmak isteği ve ihtiyacındadır. Bunu ilk sözlü kültür yoluyla denediler. Bilgi ve tecrübeler, çoğunlukla zamanın ve zorlu doğanın kötü şartlarına yenik düşmekteydi. Her an unutulma, değiştirilme veya kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Bu ve buna benzer kaygılar, insanları arayışa itmiştir. Arayış, sözel bir çerçeveye sığdırdıkları duygu ve düşüncelerini başka bir yolla da ifade edebilecekleri bir tecrübeyle son bulmuştur.

Yazı, sözün teknolojideki karşılığıdır. İnsanlar, artık dili simgelerle kalıcı, somut ve okunabilir bir hale getirebileceklerini, kendilerine dair olan her şeyi ve güçlükle edinmiş oldukları bilgileri koruyarak geleceğe taşıyabileceklerini öğrenmiştir. İlk yazı sistemi aslında geçmişteki hiyeroglif yazılara dayanır ve her harfin bir simgesel değeri vardır. Örnek verecek olursak yunan alfabesinin ilk harfi olan “α” (alfa), öküzün karşılığı olarak ortaya çıkmış ve simgesel dünyada yerini almıştır.

Mezopotamya, tarih boyunca ilklerin ev sahipliğini yapmıştır ve dünya medeniyetinin eksenini çizmiştir. Yazının ortaya çıktığı coğrafya burasıdır. Yazının keşfi, insanlık tarihinin dönüm noktası olmuştur. Tarihçilerin çoğu, yazının icadını tarihin başlangıcı olarak kabul ederler. Yazı, Sümerliler tarafından ilk başlarda hesap işleri için kullanmışsalar da sonradan artık günlük hayatın bir parçası olmuştur. Tabletlere çivi yazısı vasıtasıyla kültürlerini yansıtmışlardır ve Gılgamış Destanını ve kendi kültürlerini geleceğe bu yazı sistemleri sayesinde taşıyabilmişlerdir. Yine ilk yazılı hukuk kurallarını onlar, ortaya koymuştur. Yazıya hakim olan bu topluluk, bilgi birikiminin avantajıyla kısa bir süre içerisinde gelişmeler kaydetmiştir ve medeniyet bakımından çağdaşlarından ileri bir seviyeye ulaşabilmişlerdir.

Zamanla yazının önemi daha da anlaşılmaya başlanmıştır. Diğer topluluklar da yazı sistemine geçiş yapmak için gerekli çalışmalara başlamışlardı. Yazıya hakim olma, bir süre sonra dünya medeniyetinde üstün olma halini almaya başladı. Florance Dupont’un da belirttiği gibi İskender’in sınırlarını ve imparatorluğunu genişletmesindeki sır yazıyı kullanabilme yeteneğinde saklıdır. Bizce de doğru bir tespittir bu; çünkü aynı dili konuşan insanlar, bir zaman sonra aynı şekilde düşünmeye, aynı kültürü yaşamaya başlarlar. Zaten yazı da dilin simgesel hali değil midir?

Helenizm… Yunan dili ve kültürünün hüküm sürdüğü üç yüz yıl ve geniş bir coğrafya… “Yazı, bir güç ve egemenlik aracı, dünyayı ele geçirmenin bir yolu olarak İskender döneminde ortaya çıktığına göre bu kuşkulu tutum doğrulanmış oluyor ve Yunan kültürünün dayanağı ve taşıyıcısı olan kitabın çoğalması özgürlüklerin sonuyla ayrılmaz bir bütün oluşturur; Makedonya emperyalizmi, İskenderiye Kitaplığında zafer kazanır.”[1] Bazen de yazı, toplumlarda farklı bir değerlere sahip olmuştur. “Felsefe sözlü olarak öğretiliyordu. Pythagoras hiçbir yazı biçimini kabul etmiyordu, Sokrates konuşur, yazmazdı –bu konuda Phaidros’da yer alan ünlü parça herkesçe bilinir.”[2] Eski Yunanlılar da yazının değeri şöyleydi: “Yazı, bir bilgiyi oluşturan sorunsal nitelikli söylemi değil, ancak ambarcıya yarayan bir bilgi kaydedip saklamaya yarar.[3] Zamanla bu toplulukta da yazı sosyal hayatın parçası olmuştur. Ayrıca Tanrı’nın da sonradan (din kitaplarını insanlığa yollayarak) yazıya katılmasıyla yazı ayrı bir kutsallık kazanmıştır. Yazının gücü üzerine vereceğimiz bu örnek konunun anlaşılması bakımından oldukça yerinde olacaktır. Aristotales, İ.Ö.384-322 yıllarında yaşamış bir filozoftur. Şiir, üzerine yazmış olduğu ‘Poetika’ adlı eseri, bugün dünyadaki çoğu üniversitenin Edebiyat, Felsefe ve Güzel Sanatlar Fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmakta, üzerinde durulmaktadır ve çok sayıda sanatçının her seferinde tekrar tekrar okuduğu bir eser konumundadır. Her dönemde de güncelliğini korumaktadır. Bunun gibi çok sayıda örnek verebiliriz.

Yazının icadıyla birlikte mevcut olan bilgiler korunmuştur. Yeni edinilen bilgiler de sistemli bir şekilde kayıt altına alınmaya başlanmıştır. Bu da bilgi birikiminin artmasına sağlamıştır. Özellikle matbaanın keşfiyle beraber eldeki mevcut bilgiler ve yeni edinilmiş olan bilgiler, daha çabuk yazıya geçirilme olanağına kavuşmuş, bilgilerin paylaşımında ise önemli bir derecede hız kazandırmıştır. Bu bilgiler daha sonra kitaplar halinde kütüphanelerde yerini almıştır. Roman, deneme, gazete vb. türler de bu vesile ile yaygınlık alanlarını genişletmiş oldular. Günümüzde de bilgisayar teknolojilerinin gelişmesi de bu bilgi paylaşım hızını ve maliyetteki düşüşü önemli derece de etkilemiştir. Özellikle internetin kullanımı… “Türkiye’ye internetin girişi 1990’lı yıllarda başlamıştır. Sayısal iletişim, Türkiye’ye “Çağ atlatan”, diğer ülkelerle aramızdaki gelişme farkını kapatacak, yoksul/zengin, kır/kent arasında eşitliği sağlayacak ve enformasyon toplumunu oluşturacak teknoloji olarak sunulmuştur.” (Üstün, İsmail; İnternet Üzerindeki Medya, Tez Çalışması, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2001, s.10.) “İnternetle birlikte kitle iletişimi daha özgür, daha demokratik ve interaktif yapıya bürünmüştür. Demokrasinin yerleşmesine, düşüncelerin paylaşılmasına ve bilginin yayılmasına zemin hazırlayan internet, mekansal sınırları aşmakta ve iletişimi yalnızca bireyin istekleri doğrultusunda bırakmaktadır. İnteraktif katılımcılığı artıran, katılımcı demokrasiyi oluşturan bu bağ, gitgide büyümektedir.” (Çakır, Hamza; “Geleneksel Gazetecilik Karşısında İnternet Gazeteciliği”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 22, Yıl: 2007/1 s.123-149) İnternetin kullanımı ile birlikte bilgi daha geniş alanlara yayılmıştır. İnternetin bu imkanlarını etkili olarak kullanan türlerin başında gazete gelir. Zaten internetin kullanımı, gazeteciliği etkileyen olayların başında gelir.

Matbaanın icadıyla birlikte gazetecilik yükselişe geçmiştir. “Matbaanın ortaya çıkmasıyla beraber işitsel üstünlük, görsel üstünlüğe dönüştü. Bir başka deyişle kulak, göze teslim oldu.” (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=96467) Bugünkü formatında olmasa da eski dönemlerde de bu türün ilk hallerinin kullanıldığına dair tarihi kaynaklar şahitlik ederler. Bu dönem gazeteleri genellikle yeni çıkan kanunları, siyasal gelişmeleri, toplumsal olayları belirli bir sisteme, zamana ve kurala bağlı olmadan aktarırlardı. Coğrafi keşifler, merak unsurunu kamçılayan unsurların arasındaydı ve halkı okumaya teşvik etmekteydi. “Gazete alanındaki kuşkusuz en büyük gelişme Avrupa’da yaşanan sosyal, kültürel ve ekonomik hareketliliğe zemin hazırlayan 1789 Fransız İhtilali’dir. Dünya tarihinin en büyük siyasal ve sosyal olayı olan Fransız İhtilali yeni bir rejimin doğmasına, toplumsal düzenin değişmesine, yeni düşünce ve prensiplerin yayılmasına neden olmuştur. Bu dönemde basında yaşanan gelişmeler gazetelerin önemini ortaya bir kez daha çıkarmıştır. 17. yüzyılda başlayan basın kavramı ancak 18. yüzyılda özellikle Fransız Devrimi’nden sonra bugünkü anlamda basın özelliğine kavuşmuştur. L. Blanc İhtilali Tarihi adlı kitabında Fransız İhtilali sırasında; “Kitap devri kapanıyor, gazete devri başlıyor, gazetelerin en parlak dönemi bu dönemdir.” diyerek gazetecilik kavramını kullanan ilk kişi olmuştur. Zaten Fransız İhtilali’ni en iyi anlatan belgeler de o dönem basılan gazetelerdir.” (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=96467).

Bize göre ülke insanlarının benimsedikleri yönetim şekilleri, dünyayı algılayış biçimleri ve ekonomileri gazete sektörü üzerinde oldukça etkilidir. Örneğin, yüksek demokrasilerde gazeteciliğin bir etiği vardır. Özgün bir meslektir. Saygın bir konuma sahiptir. Olaylara objektif bakabilmek gibi bir kaygıları vardır.

Türkiye’deki gazetecilik faaliyetlerine değinecek olursak, 1839 yılında Tanzimat Fermanı ilan edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nın Türkiye’deki gazetecilik üzerine etkisi önemlidir. Batılılaşma fikri, devlet tarafından da resmi olarak kabul görünce, aydınlar düşüncelerini ve batılı fikirleri ve teknikleri halka aktarmak, onları eğitmek için gazetelere sarılmışlardır. Bu sanatçılara göre gazete halka seslenilen bir kürsü gibidir. Önemli bir araçtır. Bu dönemde gazetelerde sadece haber ve ilanlar yer almaz; çeviri ve telif eserler başta olmak üzere edebi eserlerin de tefrika edildiği görülür. Zaten edebi eserlerin çoğunda batılılaşma tezi işlenmiştir.

Takvim-i Vekayi Gazetesi ilk resmi ve ilk Türkçe gazete, Ceride-i Havadis Gazetesi, yarı özel gazete olarak, Tercüman-ı Ahval ilk özel gazete olarak tarihteki yerlerini alırlar. Adından onları Tasvir-i Efkar, Muhbir, İbret, Tercüman-ı Hakikat gibi gazeteler takip etmiştir. Gazete üzerine çalışmış önemli isimlerden biri de İbrahim Şinasi’dir. Gazete üzerindeki görüşleri kendinden sonraki gazeteci kuşağını etkilemiştir. Bu dönem sanatçıları gazetecilikten yetişmiş insanlardır. Gazete de diğer türler gibi (roman, dergi, deneme vb.) epey geç bir dönemde sosyal hayatta yerini almıştır. Bunun nedeni ise matbaanın ülkemize geç gelmiş olmasıdır. Bu nedenle gazetecilik sektörü geç başlamıştır. Zamanla şartların el vermesi, basım tekniklerinin gelişmesi ve siyasi anlayışa bağlı olarak (bilindiği üzere basın II. Abdülhamid döneminde yoğun bir sansüre tabii tutulmaktaydı) ilerleme veya gerileme yaşamıştır.




CİVAN ARYA
Edebiyat Üzerine Notlar-2015




[1] Dupont, Florance, L'Invention de la littérature. de l'ivresse grecque au texte latin, La Découverte, 1994.


[2] Platon, Phaidros,257 vd., ve Jacques Derrida’da yorumu için, La Disemination, Seuil, Paris, 1972: “Eflatun Eczanesi”, s.71-197.


[3] Dupont, Florance, L'Invention de la littérature. de l'ivresse grecque au texte latin, La Découverte, 1994
foto:Sabitfikir Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder